Sonda söylenecek olanı başta dile getirelim: Bireyin önceliğinin haz olması aptallıktır, evet haz duymak son derece normaldir ama hazzın peşinde olmak patolojiktir ve geç kapitalizmin metropollerinde- hele bu metropol bireyin kendisini insani olarak gerçekleştirmesinin önüne milyon tane engel konulduğu, totaliter bir devlet tarafından yönetilen bir üçüncü dünya ülkesi sınırları içindeyse- etrafımızdaki çoğu insanı hazzı kovalarken görürüz ve bu görüntü mide bulandırır. Mide bulantısı için doğrudan haz peşinde olanları gözlemlemek zorunlu değildir; elbette çoğunluk bir orjiye, ziyafete, av partisine ya da toplu porno film gösterimine yetişmek için koşuşturmaz etrafta. Ama koşuşturmanın nihai amacı onlar için hazdır. İnsanlar haz için mesleklerini icra ederler ama işlerindeki üretim deneyiminden haz duymak adına değil, yaptıkları iş sonucunda elde ettikleri değişim değerini yani parayı kullanarak haz satın alır onlar. Çünkü kapitalizmde bireyi hazza en çok yakınlaştıran şey paradır.
Peki haz peşinde koşturmaktan neden kaçınmalıyız ve neden bunu yapanlardan nefret etmeliyiz? Çünkü haz kovalamak hayvanlıktır, ilkeldir, bireyin düşünme, kurgulama, üretme ve eylem yeteneğini ve yaratıcılığını öldürür ve söz konusu cesetler insanı hayvandan ayırt eden yegâne şeylerdir. Evet hayvanları sevmek normaldir ama hayvana benzemeye çalışmak patolojiktir- damarına kedi kanı enjekte edenleri tenzih edelim.
Peki neden insan üretkenliğini fetişleştiriyoruz? Kimyasal uyuşturucular, korkunç ve rezil popüler kültür heyecanları ve bireyin öznelliğini katleden sikik reklamlar, bunlar da insan üretkenliğinin sonucudur ve lanetlenmelidir, ama zaten bunlar da geç kapitalizmin kültürel anlayışının yeniden üretim nesneleridir ve dolayısıyla toplumun haz peşinde koşması olgusuyla aynı kökenden gelirler ve bunlar egemen üretim ve dolaşım biçimine içkin eğilimleri yaratırlar. Fakat bunlarla tamamen bütünleşik ve uyumlu bir varoluşa sahip olmak ve ortadan kalkmaları için en ufak bir eylemde bulunmamak ve bu eğilimleri zaman zaman da olsa ezecek karşı eğilimleri üretme çabasına girmemek insanlık suçudur, insanın diğerlerine karşı ve daha önemlisi kendisine karşı işlediği bir suçtur. Zaten praksis felsefesinin temelinde de bu yatar, yani eğilimin üstesinden gelecek karşı eğilimi yaratmak için eylemlilik. Bu nedenle geç kapitalizm olgusu ve onun kültürel anlayışı veriyken varoluşsal bir çelişkiye düşmeyen “insan” birey olamamıştır. Çünkü özne değildir, kendisine burjuvazi, devlet ve onun aygıtları tarafından sunulan yeniden üretim şemasının dışına çıkmayı akıl etme yeteneğinden yoksundur: Ailesi tarafından beşeri olarak sermayeleştirilir ve her sermaye gibi o da diğerleriyle rekabete girer, rekabetteki başarısı ölçüsünde üretim biçimi tarafından daha fazla alım gücü elde etmek ile ödüllendirilir, daha fazla alım gücü daha fazla haz elde etme kapasitesi demektir. Ve üretim biçimini sürükleyen şey- artık sınıfsal olarak ilgisiz olan- mutlak hazza yakınlaşma fırsatıdır ve ne yazık ki bu fırsat insana başka seçeneği olmadığını kanıtsamakla yükümlüdür.