17 Haziran 2010 Perşembe

Hedonizmden neden nefret etmeliyiz?

Sonda söylenecek olanı başta dile getirelim: Bireyin önceliğinin haz olması aptallıktır, evet haz duymak son derece normaldir ama hazzın peşinde olmak patolojiktir ve geç kapitalizmin metropollerinde- hele bu metropol bireyin kendisini insani olarak gerçekleştirmesinin önüne milyon tane engel konulduğu, totaliter bir devlet tarafından yönetilen bir üçüncü dünya ülkesi sınırları içindeyse- etrafımızdaki çoğu insanı hazzı kovalarken görürüz ve bu görüntü mide bulandırır. Mide bulantısı için doğrudan haz peşinde olanları gözlemlemek zorunlu değildir; elbette çoğunluk bir orjiye, ziyafete, av partisine ya da toplu porno film gösterimine yetişmek için koşuşturmaz etrafta. Ama koşuşturmanın nihai amacı onlar için hazdır. İnsanlar haz için mesleklerini icra ederler ama işlerindeki üretim deneyiminden haz duymak adına değil, yaptıkları iş sonucunda elde ettikleri değişim değerini yani parayı kullanarak haz satın alır onlar. Çünkü kapitalizmde bireyi hazza en çok yakınlaştıran şey paradır.

Peki haz peşinde koşturmaktan neden kaçınmalıyız ve neden bunu yapanlardan nefret etmeliyiz? Çünkü haz kovalamak hayvanlıktır, ilkeldir, bireyin düşünme, kurgulama, üretme ve eylem yeteneğini ve yaratıcılığını öldürür ve söz konusu cesetler insanı hayvandan ayırt eden yegâne şeylerdir. Evet hayvanları sevmek normaldir ama hayvana benzemeye çalışmak patolojiktir- damarına kedi kanı enjekte edenleri tenzih edelim.

Peki neden insan üretkenliğini fetişleştiriyoruz? Kimyasal uyuşturucular, korkunç ve rezil popüler kültür heyecanları ve bireyin öznelliğini katleden sikik reklamlar, bunlar da insan üretkenliğinin sonucudur ve lanetlenmelidir, ama zaten bunlar da geç kapitalizmin kültürel anlayışının yeniden üretim nesneleridir ve dolayısıyla toplumun haz peşinde koşması olgusuyla aynı kökenden gelirler ve bunlar egemen üretim ve dolaşım biçimine içkin eğilimleri yaratırlar. Fakat bunlarla tamamen bütünleşik ve uyumlu bir varoluşa sahip olmak ve ortadan kalkmaları için en ufak bir eylemde bulunmamak ve bu eğilimleri zaman zaman da olsa ezecek karşı eğilimleri üretme çabasına girmemek insanlık suçudur, insanın diğerlerine karşı ve daha önemlisi kendisine karşı işlediği bir suçtur. Zaten praksis felsefesinin temelinde de bu yatar, yani eğilimin üstesinden gelecek karşı eğilimi yaratmak için eylemlilik. Bu nedenle geç kapitalizm olgusu ve onun kültürel anlayışı veriyken varoluşsal bir çelişkiye düşmeyen “insan” birey olamamıştır. Çünkü özne değildir, kendisine burjuvazi, devlet ve onun aygıtları tarafından sunulan yeniden üretim şemasının dışına çıkmayı akıl etme yeteneğinden yoksundur: Ailesi tarafından beşeri olarak sermayeleştirilir ve her sermaye gibi o da diğerleriyle rekabete girer, rekabetteki başarısı ölçüsünde üretim biçimi tarafından daha fazla alım gücü elde etmek ile ödüllendirilir, daha fazla alım gücü daha fazla haz elde etme kapasitesi demektir. Ve üretim biçimini sürükleyen şey- artık sınıfsal olarak ilgisiz olan- mutlak hazza yakınlaşma fırsatıdır ve ne yazık ki bu fırsat insana başka seçeneği olmadığını kanıtsamakla yükümlüdür.

alkolizme övgü

Alkolizmin ve her hangi bir alkoliğin en güzel tarafı, söz konusu durumda kişinin alkol tüketim deneyiminin asla kendini kaybetmeye yönelmiş bir eylem olmamasıdır, bilakis alkolik kendini bulmak için içki içer. Ama alkolik her sarhoşluğunda kendisinin başka bir parçasını bulur ki, bunlar temelde altı tanedir; psikotik, yavşak, akıllı, beyinsiz, aşık ve abaza ki, bu son ikisinin arasındaki çizgi alkoliğin sarhoşluğu sırasında her zaman bulanıktır. Alkolikler hep küçük burjuvazinin içinden çıkar, çünkü işçinin alkolik olabilecek kadar parası yoktur ve burjuvanın iğrenç yaşamı da onun için pek kıymetlidir. Fakat alkoliğin aşırı alkol tüketimi her hangi bir küçük burjuva için olduğu gibi, bir eğlence ya da rahatlama yöntemi değildir, alkolik, bir hastalık olarak tüketimciliğin peşinde değildir, onun derdi kendinden bir parça bulmaktır ve o parçayı bulduktan sonra da onu yok etmektir. Alkoliğin, alkol tükettikten sonra kendinde bulduğu bulduğu parça mutlaka bozuktur, aklı da, öfkesi de, laubaliliği de, aptallığı da, aşkı da, libidosu da bozuktur. Alkolik bunu anında fark eder ama tamir etmeyi bilmez, çünkü son kertede alkoliğin bildiği tek şey içki içmektir. Dolayısıyla alkolik bu parçayı belirsiz bir süre içinde de olsa yok etmeye çalışacaktır, bozukluğun kendini bulduğu vücutla beraber. İşte bu nedenle alkolikler toplumun en değerli parçalarıdır, gündelik yaşamın herkesin herkese karşı savaşı şeklinde tezahür ettiği metropol yaşamında alkolik bunu reddeder, kendisiyle savaşır ve istisnalar dışında bu savaşı mutlaka alkolik kazanır ve kendisiyle savaşmaya harcadığı zaman, onda diğerlerine karşı savaşacak mecal bırakmaz, dolayısıyla alkolik başkasına asla zarar veremez. Alkolik kendisine olan karşı savaşında nihai zaferi elde ettiğinde kimse onun için üzülmez, çünkü o tüm yaşamı boyunca her şeyi kendisi için yaptığından kimsede en ufak bir his uyandırmayı başaramamıştır ve yaşamı boyunca kimsede gerçek bir his uyandıramayan adam öldüğünde de uyandıramaz.